“Senin kaderin bir sineklik olmak değildir.”

Zerdüşt’te hepsi birbirinden derin pasajlardan biri “Pazar Yerindeki Sinekler Üzerine”dir. Biliriz ki egemenleri, yönetenleri, sahipleri vardır pazar yerinin. Çoğunluğun doğru bildiği, en çok gördüğü, yüzeyde olan, normları ve idealleri, iyileri ve kötüleri belirleyen dünyadır burası. Hani şu pek ünlü büyük insanların çıkardığı gürültülerle, şatafatlı maskaralıklarla serseme döndüğümüz dünya.

Ama pazar yeri, genel ahlakın bu büyük temsillerinden ve temsilcilerinden ibaret değildir. Bir de küçük, pek görülmeyen, sorun da edilmeyen ama çok belirleyici bir tarafı daha vardır. Büyüklerden korkan ama aynı zamanda onlara öykünen, büyümek isteyen, bu yüzden de büyüklere çok benzeyen, onlarla aynı idealleri paylaşan küçük insanların da dünyasıdır burası.

Bu büyük ve küçük insanların hem kendi aralarında hem de birbirleri arasında her şey bir mücadele, bir kavga, giderek savaş gibi yaşanır. O yüzden pazar yerinde egemen hâl çatışmadır, zıtlıktır, diyalektiktir. Böyle bir dünyada egemen duygular acı, fikirler kederlidir; büyük ve küçük insanların ortak hınçlarıyla, intikam arayışlarıyla, korkularıyla, kaygılarıyla, telaşlarıyla doludur. Kötü olduklarından değil, güçsüz olduklarından.

Bu çatışma hali genel ahlak içinde öylesine normalleşmiş, gündelik yaşantıya ve sıradanlığa öylesine gizlenmiştir ki, her gün zehirli iğneleriyle sokulduğunuz olur. Pazar yeri, büyük küçük çatışmaların, kavgaların, tartışmaların alanıdır. O yüzden pazar yerinde küçük varoluş bir şeye tepki vermek ya da bir şeyden ötürü tepki almaktır. Çatışmanın temel besini tepkiselliktir. Pazar yerinde yaşamın işareti tepkiselliktir.

Tepkiden, çatışmadan beslenen bir dünya sizi de buraya celbeder. Pazar yerinin girdabı sizi de kendine, kanaatler düzlemine çeker; mevcut seçenekler arasında sıkıştırır, evet ya da hayır demeye, o ya da bu olmaya, ondan ya da bundan olmaya zorlar ve bu zorluğu çekici hale getirir çünkü vadettiği “büyüklük”tür.

Pazar yerine çok yaklaşırsanız, çatışmanın sinekleri üşüşür üzerinize. Fakat korkutup kaçırmak için değil, zehirleyip kendine çekmek, en sonunda da besine dönüştürmek için sizi. Bu sinekler sizi soktuğunda değil, ona tepki gösterdiğiniz an başlarsınız zehirlenmeye. İşte tam burada ilk elden şöyle seslenir Zerdüşt hakikat yolcusuna: “Kaç dostum … artık el kaldırma onlara, sayısızdır onlar ve senin kaderin bir sineklik olmak değildir.”

Pazar yeri, sinekleriyle celbeder sizi, zehirleyerek çağırır. İşte ona bir tepki, oraya çekilmeye başladığınız andır. Dönüşü zordur; bir bataklıkta çırpınmanız gibi, en güçlü, en haklı tepkiniz dahi sizi oradan çıkaramaz. Giderek oranın bir parçasına dönüşürsünüz. Pazar yerinin koşulladığı zihniniz bulanıklaşır; sonuçları nedenmiş gibi görmeye başlar. Çatışmanın baskıladığı kalbiniz sertleşir, kapanır, sevgisizleşir; atışı tepkilere, düşmanlığa bağlanır.

Böylece gün gelir, oraya yerleşirsiniz; başka bir alternatif olmadığını, başka bir şey yapamayacağınızı düşünür; etkin oluşu unutursunuz. Hatta gün gelir, pazar yerini ve çatışmayı savunmaya başlarsınız: “Tüm gerçeklik budur, buradadır.” Ruhunuz kurumuş, bedeninizdeki yüzlerce çizikten kan akıyordur; buna karşın ya da bu yüzden dediğim dedik olur, savunmaya devam edersiniz: “Pazar yerinden başkası değersizdir.”

Tam burada bir kez daha parıldar Zerdüşt’ün sözleri: “Hakikat hiçbir zaman, dediği dedik birinin kollarına bırakmamıştır kendini. … Pazar yerinin ve ünün öbür tarafında yer alır büyük olan ne varsa: çarşının ve ünün öbür tarafında yaşamıştır daima, yeni değerler yaratan kim varsa.”

Pazar yerinden, ahlak düzleminden tümüyle çekilmek mümkün değil ama onun farkında olmak mümkün; nasıl geniş bir sazlık olduğunu, nasıl oluştuğunu, neyle beslendiğini, bize neler ettiğini anlamak mümkün; gözümüzü kaçırmadan ona bakabilmek, kendi içimizdeki hallerine dokunabilmek ve elimizden geldiğince kıyısında durabilmek, başka bir dil, başka bir kültür, başka bir yaşam var etmek mümkün.

Çatışmanın, savaşın, tepkiselliğin “yaşamın özü” olduğuna, “insana has, topluma has, kabul etmemiz gereken bir gerçeklik” olduğuna inanmıyorum. Çatışma bir sonuçtur, tepkisellik bir sonuçtur. Kaynağında kudretsizliğimiz, sevgisizliğimiz vardır. Güçlerimizden koparıldıkça etkisizleşir, etkisizleştikçe kederlenir, hoyratlaşırız. Hayatla ilişkimiz edilginleşir, kendimizle ve çevremizle kurduğumuz ilişki “tepkiye” dönüşür.

Tam burada, pazar yerinden gelene nasıl cevap vereceğimize dair bir ipucu elde ederiz: Sevmek. Ama en zorudur sevmek, tüm sanatların en incesidir. Çünkü bugünden yarına yerine getirilecek bir buyruk değildir sevmek. Çünkü “kişinin sahip olduğu her şey çok iyi gizlenmiştir sahibinden; ve tüm hazinelerden en son kendi hazinesini gün ışığına çıkartır kişi, – böyle gerektirir ağırlığın tini.”

Kabul, ama aynı zorlukta buluruz eyleme dair işareti de: Sevmeye devam etmek, sevmeyi denemek, sevmeyi seçmek. Çünkü sevmek kudretimizdir, anlayıştır, dönüşümdür. Her şey bir damla sessizlikle başlar; etkiye tepki vermemekle, soruları sorgulamakla, bir durup soluklanıp olup bitenin nedenlerini düşünmekle. Bu felsefi bir suskunluktur, boşluk hamlesidir. Burada, olanı yeniden üretmenin girdabından çıkarız, başka türlüsünün olanağını buluruz. Etkin oluşumuz böyle başlar.

Herkesin yolu yöntemi kendine özeldir, ben sevgiyi seçiyorum. Herkesin eylemi farklıdır, ben buradan sesleniyor, ilgilisini çağırıyorum: Bütün bunları hayatımıza getirebiliriz. Biraz yavaşlayıp, güçlerimize yoğunlaşabilir, çarşının öbür tarafında buluşabilir, etik bir yaşamı var edebiliriz.


Sliding Sidebar