"En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getiren. Güvercin adımlarıyla gelen düşünceler yönlendirir dünyayı."

Yüksek sesli, gürültülü bir dünyada yaşıyoruz. Süreğen bir uğultu var her günkü yaşantımızda. Uzaktan yakından gelen hilti sesleri, az öteden geçen otoyollarda araçlar, evlerimizde makineler. Eğlence mekânları, barlar, sinema salonları da öyle; kitaplar, televizyonlar, kulağımızdaki kulaklıklar da öyle. Ama mesele bunlar değil. Sesli dünya yalnızca bir semptomdur, kaynağa inmek gerekir. Nietzsche’nin yaptığı da en temelde budur.

Hep birlikte yüksek sesler üretiyoruz çünkü duymak istemediğimiz çok şey var. Gürültümüz sustuğunda duyduklarımızdan duyacaklarımızdan öyle korkuyoruz ki, tıkansın istiyoruz kulaklarımız. Haksız da değiliz, nasıl olabiliriz. Acı dolu hayatlarımız, kimin neresine dokunsak ağlıyor, kanıyor. Yok ki bedeninde ruhunda bir yara taşımayan, kendi gerçekliğinde en derin, en beteri.

Haksız değiliz, türlü iniltiler yükseliyor her yerden. Kabul. Fakat biz onları duymayınca yok olmuyor, ortadan kalkmıyorlar. Biz duymayınca dinmiyor acısı, ıstırabı dünyanın. Bilakis, varlığını sürdürüyor, daha sessiz ama daha yakıcı hale geliyorlar. Doğrusu, biz duymuyoruz diye dinmiyor acısı dünyanın. İsterseniz kendi biricik dünyamız olsun bu, isterseniz başkalarıyla dolu büyük dünyamız. Değişen bir şey yok.

İşte burada yol görünüyor bize; gürültüyü azaltıp o iniltileri, o “sessiz sözcükleri” duyabilmek. Yalnızca dinlemek, önce bir dinlemek. Biliyoruz, ama çok azımız çok nadir yapabiliyor bunu. Korkmadan, kaçmadan, olumlu ya da olumsuz yargılamadan, değerlendirmeden, yalnızca dinlemek. Bu, temastır hakikatle, gerçeğimizle. Öyle kutlu, öyle değerli bir temastır ki, sonra muhakkak bir fırtına gelir. Kendi gerçekliğimizde, gerçek bir dönüşüm. Muhakkak bir iyileşme. Bir fırtına, hem kendi dünyamızda hem başkalarıyla dolu büyük dünyada. Peki nedir bu fırtınanın kaynağı, gücünü nereden alır?

Peki nedir bu fırtınanın kaynağı, gücünü nereden alır? Evet, sesleri kısıp gürültüyü azalttığımızda, sessizlikte duyduğumuz önce acılı iniltilerdir. Fakat temas ettiğimizde ötesine geçeriz, biraz daha yaklaşırız, biraz daha dikkatimizi veririz ve şunları duymaya başlarız: Hâlâ güçlüyüm, istiyorum, yapabilirim. Çok acı çekmiş ama hiç ölmemiş arzumuz, kudretimiz, canımız, canlarımız böyle söyler. İşte fırtınanın esas gücü kaynağı onlardır. Sessiz sözcüklerle konuşurlar: Buradayım, yaşamaya devam ediyorum ve yaşamak istiyorum. Ohh.

Böylece korku gider heyecan başlar, güçlenir sevgimiz, harekete eyleme niyetlenir. Ama tam burada bir şey daha olur, bir kez daha yükselir büyük sesleri, bu gürültülü uğultulu dünyanın: Sen bir güvercinsin, küçücüksün, azıcıksın, değersizsin. Yüksek sesli dünya, yüksek temsiller üretir. Eğer bir ejderha değilsen, yaptığın yapacağın hiçbir şey değiştirmez hiçbir şeyi. İyisi mi sen otur yerine, uğraşıp durma, dön geldiğin yere, yeniden aç sesini etrafındaki her şeyin.

Bir çoğumuz böyle yaparız, bir çoğumuz döneriz sesli dünyanın içine. Ama eskisi gibi değilizdir artık; bir kere duyduğumuz şeyler vardır. En yüksek gürültülerde bile duyarız artık o sessiz sözcükleri: Gerçek acılar ve gerçek sevinçler birliktedir, yaşanacaksa böyle yaşanacak. İşte bir güvercinin, tek bir güvercinin gücü de buradadır, gerçekliğinde. Çünkü o böylece bir adım atmış, bir adım ötesine geçebilmiştir sessizliğin ve sevginin. Çünkü o kendini ejderhayla kıyaslamamış, kendini küçültmemiştir. Kıyaslama, dikkatsiz bir zihnin eseridir. Güvercin, kendi gerçekliğinde, yeterince güçlü ve değerlidir.

Şimdi bir güvercin olduğunu bilmek, bunu sevmek, önceliyor bir adım atmayı. Yapabileceğimizi yapmanın erdemi, gerçekliğinden geliyor. Bir güvercin, böyle tanıyor biliyor başka güvercinlerin sevgisini, şefkatini, eylemini. Bir güvercin, sessiz sözcükleri yaşatıyor adımlarında: Varım, güçlüyüm, canlıyım, değer üretiyorum. İşte bu güçler, bu değerlerdir dünyaya yön veren. İster kendi biricik dünyamıza, ister başkalarıyla dolu bu büyük dünyaya.

Şimdi bir güvercin, ezberlerinden kurtuluyor, önceden öğrendiklerini unutuyor, gücü ölçüsünde azaltıyor seslerini dünyanın. Gücü yettiğince duyuyor, sessizlikten yükselen sözcükleri. Kıyasla bakıldığında küçük görünen adımlarının ölçülemez değerde olduğunu biliyor. Kendi ölçeğinde tam onun adımları, kendi gerçekliğinde yapabileceğini yapıyor.

***

Hepimiz biliyoruz, öyle kolay değil güvercin olmak. Ama şunu da biliyoruz; mümkün. Kısık bir ses sürekli söylüyor bunu içimizden, dışımızdan. Öylesine sessiz ama öylesine iyi bildiğimiz bir şey ki. İşte burada anlam kazanıyor onu birlikte yinelemek, birbirimize hatırlatmak. Burada etik-politik bir değer kazanıyor güvercin adımlarındaki gücü görmek, hissetmek.

Nietzsche’nin yaptığı, yapmaya çalıştığı da bu. Böyle bir sevgiyle düşünmüş, eylemiş hayatı boyunca. O yüzden çok fırtınalar görmüş geçirmiş, çok.

Benim de naçizane yaptığım, yapmaya çalıştığım bu. Bir güvercin olduğumu bilmek, acılı iniltileri duyabilmek içerden dışardan ve bir adım daha atabilmek içeriye dışarıya. Ejderhayla kıyaslamadan, kendi gerçekliğinde, ölçülemez bir sevgiyle sevmek, içeriyi ve dışarıyı.

İşte sizi davet ettiğim yer de burası, içeri ve dışarı. Çünkü biliyorum, bir güvercin olmanın bilgisi ve arzusu var hepimizde. Biliyorum, bir güvercin kadar güçlüyüz hepimiz.

Belki buluşuruz.

 

Sliding Sidebar