“Nedir ortak yanımız, üzerinde bir çiy tanesi durduğu için titreyen gül goncasıyla?”
Hafifliğimizdir. Böyle der Zerdüşt. Bir gülün, bir kelebeğin, bir sabun köpüğünün hafifliği vardır doğamızda. Titreşen, akışkan, uçuşan, boşlukta salınıp dans eden bir halimizi görürüz, zaman zaman, gözlerimizi kapadığımızda. Nasıl da hafifizdir o vakit, nasıl da güzelizdir. Bildiniz mi? Eminim bildiniz.
Hafifliğimizdir, güçsüzlüğümüz değil. Hepimiz farklı farklı güçlere sahibiz, hepimizin yapabileceği farklı farklı şeyler var. Hiçbirimiz güçsüz değiliz. İşin ilginç tarafı, tam da bunu idrak ettiğimizde hafiflemeye başlarız. Bu hafiflikle güle baktığımızda da onda bir güçsüzlük değil kudret görürüz. Yani, neden güçsüzlük olsun, bir gül goncasıyla orta yanımız. Hafifliğimizdir, güçsüzlüğümüz değil.
Öyleyse gücümüz, hafifliğimizdir. Şimdi dikkat. Ama bize hiç öyle öğretilmedi, öyle yaşamadık, yaşamıyoruz da. Bir çocuğun çocuk gücünü ve hafifliğini “düşmanca” gören ahlakın içinde, “güçlenmek” dediğimiz şey “ne kadar yük taşıyabildiğimizle” ölçüldü, ölçülüyor. Haksız mıyım? Ne kadar güçlü olduğumuzu üzerimizdeki ağırlıklara bakarak değerlendiren bir dünya değil mi içinde yaşadığımız?
Bu ahlak düzleminde güçlü olmak, yük taşımak anlamına geliyor. Peki taşıdığımız şey, ne zaman “yük” olur? Bize ait olmadığında, istemediğimizde, kendi gerçekliğimizle uyumsuz, dolayısıyla anlamsız olduğunda. İşte böyle çalışır ahlak ve istisnasız hepimizin, belli ölçüde gerçekliğidir. Yüklerle, görevlerle, sorumluluklarla, ideallerle ağırlaşmış yaşantılarımız, beden ve ruhlarımız. Bunu ister ahlak, ki uçmayalım, dans etmeyelim.
Ahlak düzleminde güçlü olmak, yüklenmek anlamına geliyor, böyle sanılıyor. O yüzden ağırlığın, ağırlaşmanın ruhu yer yerde. Ağırlaşmak; edindiklerimizle, hafızamızla, yüklendiklerimizle yahut sahip olduklarımızla koskoca, devasa bir şeye dönüşmek, giderek yerinden kıpırdayamaz olmak. Oysa bu kıpırtısızlık, bir cansızlık hali değil midir? Dikkat.
Etik yaşamda güçlü olmak, “yüksüz” olmaktır. Omuzlarımızı özgürleştirmek, bir silkinme hareketine bakar. Dökülenler biz değilsiz, bize ait değildir, korkmayalım, izin verelim gitsinler. Peki kalanlar? Kalanlar sevgimiz ve güçlerimizdir. Kimsenin bizden alamayacağı, üzerimizde ağırlık yaratmayan, bizi ağırlaştırmayan, bilakis hafifliğin kaynağı gerçek varlıklarımız.
Etik yaşamda güçlü olmak, hafif olmaktır. Şimdi yürüyebilirim, zorlanmadan, yorulmadan. O yüzden göçebelik, canlılığın hem alameti hem kaynağıdır. Göçebelik hafiflik ister, yükler giderek azalır, azalmak durumundadır. O yüzden güçlü olmak kendini yollarda gösterir, bir sürecin içinde gösterir, kendi ritminde biricik hareketlerin içinde gösterir.
Kendi ritminde biricik hareketlere dikkat. Dansa varıyoruz yeniden. Gül goncasıyla ortak yanımıza, güzelliğimize, titreyen ruhun hafiliğine, uçuş uçuş doğamıza, bedenin gülüşüne yeniden varıyoruz. Her şeyi yere düşüren bu ağırlığın içinde hafiflemenin anlamını, boşalan omuzlarımızda rüzgarın esenliğini, dans ederek döne döne yükselmenin etik-politik değerini yeniden yakalıyoruz. Hissedebiliyor musunuz?
İşte böyle der Zerdüşt. “Hafif” ve “küçük” canlıların kanat çırptıklarını görür. O vakit anlar, uyanır, gözyaşlarını tutamaz, boşalır, hafifler, dönüşür. Sonra şarkı söylemeye başlar. İşte, hepimizin çokça duyup tekrarladığı şu sözleri de burada söyler: “İnanacak olsaydım, dans etmesini bilen bir tanrıya inanırdım.”
***
Hiç susmayan bir ses, içimizden de olsa tekrar edip durduğumuz bir arzu vardır: Yüklerimizden arınmak ve kendi omuzlarımıza kendimizi almak. En zorudur bu, hayat dediğimiz akrobaside. Ve çokça duyup tekrardığımız bu ses garip bir ağırlık daha yaratır üzerimizde, eğer bir adım atmazsak, bir karşılığı, bir gerçekliği olmazsa hayatımızda. O yüzden hafiflemek, ısrarla tekrar eden o sese kulak vermekle başlar. Şimdi dikkat. Ne diyor sizinki?
Ben kendi duyduklarımı paylaşıyorum. Kolay duyulmuyor, bazen çok uzaktan, bazen kesik kesik, parça parça geliyor. Fakat biraz dikkat, biraz daha dikkatin kaynağı gücü olabiliyor. O vakit bütün dağınıklığı içinde beliren her sesin bir anlamı oluyor. Birbirlerini öyle güzel çekiyorlar ve itiyorlar ki, neredeyse melodik bir ifadeye dönüşüyorlar. Sonra işte, bizi dansa kaldırıyor o melodiler. Bezen birlikte, bazen kendi kendimize.
12 haftalık Nietzsche – Zerdüşt çalışmamızın niyetlerinden biridir önce yükü tanımak, belki hafiflemek, belki dans etmek ve dans eden bir tanrıya eşlik etmek. Nasılsak öyle, nerdeysek orada. Bazen birlikte, bazen başbaşa.